26 Kasım 2020 Perşembe

 



Doğan Kardeş doğdu mu, eceli geldi öldü mü?


İlkokula başlayıp da okuma yazmayı da öğrenince, annemle her sokağa çıkışımızda dükkanların ve esnafın tabelalarını bağıra bağıra okurdum. Merhume, zavallı anneciğim utanır, bir türlü bağırarak tabela okumama engel olamaz nihayet beni yolun ortasında yalnız başıma bırakıp kaçarak uzaklaşırdı. Ben eve gidene kadar yoldaki bilâ istisna bütün tabelaları bağıra bağıra, heceleye heceleye okur, salakça bir mutlulukla eve dönerdim. Hala tabelaları okumadan geçemem. İçimden tabii ki. Hatta yaş ilerleyip gözlerim bozulduğunda farkına vardım ki etrafımda, yakınımda veya uzağımda olup da okuyamadığım bir şey olursa aşırı tedirgin ve mutsuz oluyorum. Yakın gözlüğü tak, saate bak, çıkar. Tekrar tak, tabela oku. Çıkar. Tak, markette etiketleri oku, sonra çıkar. İmdadıma sevgili Şafak Karslıoğlu yetişti. Dedi ki progresiv geniş band diye bir mercek var uzak gözlüğü çıkar, yakın gözlüğü tak, yakın gözlüğü çıkar, uzak gözlüğü takdan kurtuluyorsun. Yalnız, dedi, ben de alacağım, sana reçeteyi yazıyorum ama almak için benden haber bekle. Çünkü bu gözlüğe alışması uzun sürüyormuş sıkıntı olursa sana haber vereceğim. Aradan aylar geçti Şafak tan bir haber yok. Sonra bir gözlükçüde denk geldi reçeteyi verdim fiyat sordum. Adam bana bir fiyat çekti ama oldukça yüksek bir fiyat idi. Şafak' a telefon ettim hemen. Yahu dedi, ben çok zor alıştım. Bak sonra bana söylenme, ama alışınca çok rahat dedi. Bir de o gözlükçü çok pahalı söylemiş benim bir gözlükçüm var 1/3 fiyatına yapar dedi. Hemen adresi alıp o gözlükçüye gidip gözlüğü yaptırdım. Herkesin en az 1 ayda alıştığı merceğe alışmam bir hafta bile sürmedi. Çok rahat ettim. O zaman farkına vardım ki yakın çevremde olup da okuyamadığım bir yazı olduğunda bilinçli veya bilinçsiz çok bunalıyorum. Allah Şafak dan razı olsun.

Ne yazacaktım nereye geldik laf uzadı. Hayatımda ilk aldığım dergidir Doğan Kardeş. Ama ilkokulda harçlığım yeni sayılarını almaya yetmezdi de eski sayılarını alırdım. Doğan Kardeş haftalık bir dergi idi ve 50 kuruştu. Benim harçlığım ise günlük 25 kuruş idi. 10 kuruştan 2 küçük simit ve 5 kuruşa 1 gazoz alırdım hergün okul kantininden. Gazetecilerde satılırdı Doğan Kardeş'in eski sayıları. Alır hemencecik merakla okurdum her satırını tek tek. O zamanlar Doğan Kardeş 32 sayfa küçük bir kitap hacminde çıkardı. İçinde herşey vardı. Bir de kitaplar yayınlardı Doğan Kardeş. İlk okuduğum kitap da Doğan Kardeş yayınlarından Noktacık ve Anton du. Çok hoşuma gitmişti. Okuma zevkim ve aşkım Doğan Kardeş'le başladı diyebilirim. Daha sonraları ilkokulda okul kütüphanesine dadandım. Acıklı bir kitap okuduğumda da ağlardım. Hem kendime kızardım ama hem de kendimi tutamaz ağlardım. Annem de denk gelirse, benim ağlamama üzülür oturur beraber ağlardık, ben acıklı kitabın konusunu salya sümük hüngür hüngür ağlayarak anneme anlatırdım. Annem de dayanamaz muhtemelen benim duygusallığıma ağlar, tombik yanaklarından gözyaşları süzülürdü. Hele hiç unutmam, Ömer Seyfettin'in Kaşağı isimli hikayesini okuduğumda, bütün gün benimle uğraşmış akşama kadar fasılalarla beraberce hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra, salya sümük ağlamıştık. Hey gidi çocukluk hey...

Doğan Kardeş'i unutmak mümkün değildir o zamanlar çocuk olanlar için. Yazı ağırlıklı olan dergi daha sonraları çizgi roman ağırlıklı hale geldi. O zamanlar artık param yetiyordu ve her hafta çizgi romanların devamını merak edip alıyordum. Televizyon yoktu, bilgisayardan haberimiz bile yoktu. Özellikle uzun yaz günleri asla bitmek bilmezdi. Çorlu'da bütün Camî-i Atik mahallesinin altını üstüne getirir, sataşmadık kimse bırakmaz, tavanlı çeşmede su doldurmaya gelen kızları, musluğun altına başparmağımla işaret parmağımı açıp gerdirdikten sonra araya çeşmenin açık musluğunu denk getirip tazyikli suyu yönlendirerek ıslatır, kızlardan, babalarından veya ağabeylerinden yakalanırsam dayak yiyip eve dönerdim. Gün bitmek bilmezdi. İki katlı ahşap ve cumbalı evimizin merdiven üstüne gelen, kimsenin kolayca giremediği, eskiden yatak yorgan konulan bir yüklüğü vardı. Oraya annemin Singer marka dikiş makinasından yürüttüğüm helezon kablolu lambasını çekmiş, bütün kitaplarımı oraya yığmıştım. Merdiven küpeştesinden zıplar, yüklüğün pazen kumaştan perdesini çeker, kitaplara gömülürdüm. Çoğu zaman vaktin nasıl geçtiğini anlamaz, annemin akşam yemeğine çağıran sesiyle hayal dünyasından çıkar gerçek hayata dönerdim. O yüklükte Jules Verne'leri, Ömer Seyfettin'leri, Reşat Nuri'leri, John Steinbeck'leri, hatta ve hatta o kalınlığına rağmen Kültür Bakanlığı Yayınları'ndan  Herman Melvill in Beyaz Balina'sını okuduğumu hatırlıyorum.

Doğan Kardeş yakın zamanda tekrar yayınlanmaya başladığında hemen gidip aldım. Galatasaray Lisesinin karşısındaki Yapı ve Kredi Bankası kitaplığından. Bir baktım ki yetişkin çizgi roman dergisi olmuş. Hemen yayın yönetmenini aradım. Epey bir şikayetimi ilettim. Adam dinledi dinledi ama sonra bana karşı atağa geçip, zamanında almadınız, sizin yüzünüzden kapandı dergi, deyiverdi. Şimdi de isim hakkını kaybetmemek için çıkarıyorlarmış. Bellli bir sene çıkarmazsanız isim tescilden düşüyormuş ve başkası o isimle başka bir dergi çıkarabiliyormuş. Ama, ama dedim o bir çocuk dergisi adıydı. En azından adını Doğan Kardeş koysaydınız ama altına da yazsaydınız. Büyüdü karı kız kovalıyor diye!