8 Ocak 2020 Çarşamba

Antalyen Ruslar !





Antalya.

Aslında Antalya ya gitmeye hiç niyetim yoktu ama iyice ucuzlamış olan
uçak biletleri beni yeterince tahrik etmişti. Üstelik yol uzun, zaman kısa,
yorgunluk, öf kim gidecek şimdi gibi bahanelere geçit vermeyecek
kadar ucuzlamıştı uçak biletleri. Çantamı hazırladım. Hazırladım
derken sadece evrak kağıt kalem vesaire. Yoksa yanıma üstümdekilerden
başka hiçbir giyecek almadım. Ama deodorant, diş fırçası, traş
makinem elbette ki bunlar olmadan olmayacağı için onları saymıyorum.
Gerçi bazen bunları da gittiğim yerlerden aldığım olur ama bu sefer
evden oralara taşıdım.

Tabi uzun zaman önceden belli olan bir seyahatti ama gene de son dakika
ya kaldığımdan ancak sabah 5 uçağına yer bulabildim. Ek sefermiş.
Dönüşte de -2 gün sonra- en son uçak. 23:55.Bu da ek sefer. Otel rezervasyon 
falan da hak getire. Olmazsa kongrenin yapılacağı Belek te yer 
bulamazsam Lara da ki pansiyonların birinde kalmayı bile göze almışım. 
Hem benim gibi bir maceracı için herhalde herşeyin en ince ayrıntısına 
kadar hesaplanması elbette yakışık almazdı. 

Neyse efendim, malum uçak şirketleri abartarak uçuş
saatinden bir buçuk saat önce havaalanında olmanızı ve biniş
işlemlerinizi (yani çek-in yerine biniş dedim ama yani doğrusunu
biliyorsanız? Hani.. ne bileyim?) yaptırmanızı isterler. Bu nedenle
en geç saat 4:00 te veya bilemedin 4:30 da havaalanında olmalıydım.
Bu da sabah 3 gibi uyanmam demekti. Gece epey bir düşündüm yatayım da
3:30 da evden çıkayım yoksa hiç uyumasam mı dediysem de, neticede
benim ucuz çin malı koca çıngıraklıyı kurup yattım. Saat üçte saatin
cayırtısıyla yataktan kalkacağım ama rüyamda ders zilleri, kapı
zilleri, saat zilleri hepsi yarış halinde. Tuhaftır rüyamda bir 30
dakika geçtikten sonra, yahu bu zillere aldanma, sen 3 te kalkacaktın bu
o zil olmalı, eyvah geç kaldın diyerek rüyamdan kendimi uyandırıp
derhal saate baktım. İşte ulan nasıl oluyor da rüyanda 30 dakika
geçtiğini anlayabiliyorsun, sallamasana kardeşim diyenlere kaynak
olacak şekilde uyandıktan sonra saate baktım. Evet saat 3:30 du.
Demek ki benim koca çıngıraklının çıngırdamasından bu yana, yani
aslında o yana, yani diyeceğim 3:00 ile 3:30 arasında tam tamına 30 dakika
geçmişti. ( Bilmem her bir şeyden kıllanan septik arkadaşlar bu
açıklamadan memnun ve mutlu oldular mı?) Neyse biz hikayemize dönelim.
Akşamdan her şey hazır olduğundan derhal yatılı okuldan kalma
alışkanlıkla 5 dakika içinde giyindim ve kapıdan dualar okuyarak sağ
adımla çıktım. Garaja indim anahtarla kapıları açtım. Arabayı
çalıştırdım. Ver elini Atatürk Hava Limanı. (Şimdi gene isimleri
lazım değil onlar kendilerini bilir, ukala septik arkadaşlar ulan
garajın kapısını kim kapattı? Açık mı bıraktın? Arkanda hizmetçin mi
var? Niye derli toplu değilsin? Biz şimdi garaja ya hırsız girerse
diye senin adına endişelenmek zorunda mıyız? gibisine
ikirciklenmesinler kapattım ama bunu yazıp daha fazla vaktinizi almak
istemediğimdendir. Yoksa garajın kapısını kapattım ve tam üç sefer
kilitledim elbette.) Derken Çamlıca'dan 20 dakika da ikitelli
havalimanı sapağına geliverince sapağa girmeden gördüğüm sağdaki
sevın elıvın da bir kahvaltı etmeye karar verdim. Bastım frene
ciyaklatarak taktım geri vitese aşağı yukarı bir 250-300 metre geri
gidip tam marketin önünde durdum. İçeri girdim... Şimdi, farkındayım
ukala her şeyden kıllanan septik arkadaşlar gene "efendim sevın elıvın
gavurca yedi onbir demektir. Bu da şu anlama gelir, burası sabah 7
den gece 11 e kadar açıktır. O saatte nasıl açıkmış orası gene
sallıyorsun." muhabbetine girmek için yerlerinde bir taraflarında
kurt varmış gibi kıpraşıp lafa ortadan dalmak için fırsat kolluyorlar
ama bu fırsatı onlara vermeyeceğim. Ne bileyim kardeşim o saatte
açıktı işte. Karnımı doyuracağım. Hesap soracak halim yok ya? Gerçi
şimdi ben de bu yazıyı yazarken aklım başıma geldi kıllanmadım değil.
Neyse girdim içeri. İçerisi de oldukça kalabalıktı. 2 tane
kıyafetlerinden boyacı badanacı olduğunu tahmin ettiğim bira göbekli
arkadaş çay ocağının başında bir şeyler atıştırıyorlardı. Makine
sıcak mı diye sordum sıcak dediler. Peki dedim bana iki kaşarlı tost.
Bir de şuradan meyva suyu alırsam havaalanına gidene kadar tüketirim.
Tostlar ısına dursun tostu yapan arkadaş abi yağ süreyim mi diye
atıldı. Sevmem margarini, midemde yanma yapar yok istemem diyeceğim.
Badanacılardan biri teklifsiz daldı soruya "Yağsız tost olur mu? Ne
soruyorsun süreceksin tabi." Dedi. Haydi buyurun buradan yakın şimdi.
Artık ne diyeceksin az bir şey sür dedim. Bu sefer öteki dalmaz mı
lafa "Eee abi de yaş icabı yüksek tansiyon felan vardır istemez fazla
yağ." Deyince hakikaten tansiyonum fırladı. Bu arada prostatım da
sızladı gibi geldi ama yoksa tırstım da yusufcuk birlikleri teyakkuza
mı geçti esasen tam anlayamadım. Şimdi uçağa yetişmeyecek olsam
ikisine de kafayı koyacağım, şiş göbeklerine birer uçan tekme. Ama ya
sabır dedim yoksa uçağım kaçacak. (Bu bölüm de biraz salladım bunu
kabul ediyorum ama bu yazının tamamının okunabilmesi için bu gerekli.
Bir nevi yazı tekniği diyebiliriz. Yoksa bir tırsığı kim okur.?)
Neyse lahavle çekerek aldık tostları havaalanına geldik. Burada
kredi kartımın bir hizmeti var. Gidiyorsun anahtarınla arabayı teslim
ediyorsun. Sana bir kağıt imzalatıyorlar, hasarı varsa yazıyorlar, 
kilometresini not ediyorlar ve seni arabayla girişe bırakıp arabanı 
da götürüp park ediyorlar. Dönüşte de uçaktan inince telefonla arıyorsun. 
Arabanı çıktığın kapıya kadar getiriyorlar ve kredi kartından park ücretini
düşüyorlar. Üstelik normal park ücretinden %20 daha ucuza mal oluyor.
Ben de aynen öyle yaptım. Neyse uçağa bindik. Erbas tipi bir uçak
yerleştik güzelce. Yerleştik diyorum ama artık koltuklar mı küçülmüş
yoksa bizim bir yerimiz mi büyümüş anlayamadık. Yolda anlaşılan
havayolları insanları koltuklara uydurmaya azmetmiş olacak ki 4 tane
kraker bir çay ikramıyla Antalya ya 50 dakikada indirdiler. Sabahın
altısı, işte efendim ek sefer olduğu için servis otobüsü yok.
Binecekmişiz taksiye öyle gidecekmişiz. Daha neler? Sordum, Belek için 70
milyon lira istiyorlar. Dedim çaresi yok mu? Dediler ki viyadüke
kadar yürüyeceksin. Eee? Oradan Belek minibüsleri geçermiş ona
binecekmişiz. Yüküm de az. Artık badanacıların tost muhabbeti, uçakta
ki koltuğun darlığı epey bizi gaza getirmiş olacak ki yürürüm yahu
deyiverdim kendi kendime. Neyse yol iz bilmiyoruz ya işte çıkış
tabelalarıyla donatılmış bir yolu tuttum, başladım yürümeye bir 15
dakika yürüdüm ki bir kavşağa geldim. Meğer geldiğim yere daha kısa
bir yol varmış iki dakika da gelebilirmişim. Canım sıkıldı, kavşakta 
bekleyen bir taksiciye viyadüğe çok var mı daha diye sordum. Adam 
bana bir baktı. Abi sen yürüyemezsin orası uzak dedi. Taksici ya,  
beni kekleyecek. Yok dedim kardeşim vaktim bol ben yürürüm. Sen 
bilirsin ama istersen 5 milyon ver seni oraya bırakayım dedi. 
Yahu bir şey değil kendi kendime adım sımsıra (cimri)
çıkacak. Dedim peki yahu tamam, maksat sen para kazanmış ol. Bindik.
Yolda biraz muhabbete başladık ki şoför Belek'e gideceğimi öğrenince
abi sen 30 milyon ver ben seni Belek'e bırakırım istediğin otele
deyiverdi. Eh oturunca 15 dakikalık yürüyüşün sızısı da bacaklara
vurmuş olduğundan bir de kurnazlık tarafımız ağır bastığından, eh 70
milyonluk yolu 30 a getireceğimizden, hani istemiyormuşum da maksat
şoförün işi görülsün hesabı kabul ettim. Uzun uzun konuştuk Antalya
hakkında şöförle. Benim Antalya ya ilk gidişim, bir de 30 milyon a
rehberlik bilgisini de ilave ettirmekteyim. Bu arada ikide bir
ukalalık eden kıllanan arkadaşlara bir haberim var. Şoförden
öğrendiğime göre Antalya da artık akşamları travestiler yollara çıkar
olmuşlar. Hani korkmasınlar Antalya ya gelmekten, istedikleri gibi
gezebilirler. Kimse kimseye bir şey yapmıyormuş.

Kongrenin yapılacağı otele geldik. Saat sabahın 7 si. Kongre 9 da
başlayacak. O zamana kadar ne yapacağız? Gittim bara. Çocuklar işte
yeni yeni sabah hazırlığı yapıyorlar. Çayı yeni demlemişler. 2 bardak
çay içtim. Havaalanında aldığım gazeteleri mütalaa ettim. Saat 9
oldu. Millet odalardan sökün etti. Tanıdıklar, tanımadıklar,
tanışılacaklar derken öğleni ettik. Fakat kongreyi izleyenler arada
dışarı çıkıyorlar ve bir rus muhabbetidir gidiyor. Telefonlar
alınıyor telefonlar veriliyor. Piyasa bilgileri hususunda yoğun
tartışmalar yaşanıyor. Eh tabi ben de ucundan maydanoz olacağım ya?
Hem biraz entel havası felan atacağım. Dedim ki kardeşim buraya siz
kongreye gelmediniz mi? Kongrenin konusunu tartışsak felan diyecek
oldum. Hepsi yüzlerini ekşiterek hikaye de kusur arıyan adam
muamelesi yaptılar bana. Ben de yahu dedim nedir bu Rus muhabbeti
Istanbul da rus yok mu? Gene şöyle bir küçümseyerek baktılar. Dediler
ki bunlar Antalya'nın Rusları? Duydum ama etnik ayrımcılığın bu
kadarını da duymadım. Antalya'nın rusu ile Istanbul'un rusunu ayıracak
kadar etnik ayrımcılık? Pes doğrusu. Gerçi ben üniter devletten 
yanayımdır. Bölücülüğe, ayrımcılığa asla prim vermem. Rus rustur 
kardeşim. Öyle Istanbul rusu Antalya rusu diye kesinlikle ayrım 
yapmam. Hatta bu ırkçılık söz konusu olduğunda kesinlikle milliyet 
ayrımı yapmam diyeyim de siz anlayın artık benim ne kadar demokrat olduğumu. 
Bir de benim hakkımda yok faşist yok ırkçı diye atar tutarlar. Neyse bilen bilir benim nasıl biri
olduğumu.

Bu arada otelde de bir oda tutulmuş. İçeriye ruslar getirilip enterne
ediliyor. Baltacı Atamızın yarım bıraktığını biz tamamlayacağız,
seferimiz vardır, tutmayın beni diyen yeşil dolarları kuşanıp hamle
etmekte. Bir ara Birleşmiş Milletler'e haber edeyim, burada zavallılar
2. dünya harbinde japonlara köle edilmiş Koreli kadınlar gibi
düşündüysem de sonra bundan bir şekilde vazgeçtim. Şimdi gene o
kıllanan arkadaşlar yukarıda kendilerine ettiğim iltifata rağmen
durunamayıp "Ulan biz seni biliriz vardır bir çapanoğlu. Sen bunları
nerden biliyorsun neden ihbar etmedin?" gibi tezvirata ve fitneye
kalkışacaklar ama ben şahsen gidip görmüş değilim anlatanların
yalancısıyım. Ben sadece ileride tarihe mal olacak bir olayı yine
tarihe not düşmekteyim. Yoksa başkaca bir eylemim yoktur.

Her ne ise. Kongrede epey bir yorulduktan sonra kendime bir otel
ayarlamaya karar verdim. Akşam üstü en yakındaki otellerden birine 
kapağı attım. Animasyon eşliğinde akşam yemeğini yedik. Animasyon 
eşliğinde dedik kardeşim, konsomasyon değil. Sizin içiniz fesat. 
Hala yukarıdaki konunun etkisindesiniz.

Yattık uyuduk. Sabah doğruca tekrar kongreye girdik. Gene
tanışmalar, kartlaşmalar derken öğlenleyin kongreden ayrıldım. Ver
elini Antalya. Belek'ten Antalya'ya direkt vasıta yok. Önce motorla
merkeze gidiyorsunuz. Sonra minibüsle Serik'e, Serik'den de Antalya.
Antalya'yı bilmediğimden otogar da indim. Belediye otobüsüne binip
Antalya'lılara da sorarak Kale Kapısı'na gitmeye karar verdim. Orada
bir müddet dolaşıp Mehmetçik Parkı'na gireyim dedim. Derhal bir alabros 
traşlı garson beni durdurdu ve "izin kartınız var mı?" deyince dedim ki 
"burası özel bir kulüp mü yani parası neyse verelim." Yok beyefendi dedi Garson.
Burası subaylara ait. Orduevinin parkı. Gerçi dışarıdan bakınca pek
belli olmuyor. Normal bir park gibi. Yani dedim biz de bir mehmetçik
sayılırız Mehmetçik Parkı'na giremeyecek miyiz deyince yok beyefendi
dedi sadece subaylar girebilir. Ne yapalım bu saatten sonra Mehmet
Paşa olma şansını kaçırdık. Biz de kendimizi avamın parklarına
vurduk. Oradan Kale Kapısı'nda ki marinaya indim. Bir tur atıp tekrar
yukarıda marinayı ve denizi panoramik olarak gören bir kahveye çöküp
günün gazetelerini orada mütalaa ettim. Sonra dönerciler çarşısına
gidip güzel bir yemek yiyip tekrar marinaya döndüm. Saatim doldu.
Yukarıya Onur Air in bürosuna gittim. Saat 10:30 da gelecek servise
binip havaalanına gideceğiz. Bu arada da beklerken ate olduğunu ifade
eden alevi kökenli bir öğretmenle tanıştım. Istanbul a gidince servis
olmayacağından Yeşilköy'den Bostancı'ya nasıl gideceğini düşünüyordu.
Ben dedim Göztepe Köprüsü'ne kadar sizi bırakırım. Uzun uzun konuştuk,
ben kendisine hakiki aleviliğin nasıl olduğu hususunda uzun uzun akıl
öğrettim o da bana hakiki sünniliğin nasıl olduğu konusunda geniş
kapsamlı dersler verdi. Uçakta da birlikte oturduk. Netice de ben bir
sünni olarak bir aleviye aleviliği anlatmaktan memnun, o da bir aleviden 
dönme ate olarak bir sünniye sünniliği öğretmekten mesrur, Göztepe Kavşağı'na
kadar geldik. Hocam sohbetten ve yolculuktan mutlu. Yahu dedi, eskiden karşıt 
görüşlüler bir araya gelip asla bir konuyu konuşamazdık. Şakası bile 
yapılamazdı. Şimdi ne oldu da ben solcu, alevi, ate, sen sağcı, sünni 
ikimizde Denktaş a hayır diyoruz? Hadi sana iyi geceler çok teşekkür ederim. 
Allah(!) senden razı olsun! Yoksa bu saatte nasıl gelirdim buraya?
Onur duydum hocam dedim. Sizinle seyahatten gerçekten onur duydum.



Lütfen Yorum Yapmayı Unutmayınız!

SSS

Şubat 2003 Bulgurlu. 
Seyyahı Fakir
Bizatihi el hakir 
Tıngır Mıngır Haldun Lenger (lioğlu)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder