Düşünce, düşünce çamura, sakıt olur mu kadr-u
kıymetten?
Sevgili Ayı Levent’in (Levent Altınbaş)
anısına…
Bugün 60 yıllık
ömrümün en tuhaf günüydü. Sanki kafamda yeni saç çıkmış da uçuşuyormuş gibi
hissettim. Kafamda bir şey serin serin kafamın sağına soluna dokunup dokunup
nasıl huylandırıyordu, anlatamam. İlk başta sevinir gibi oldum, kel kafamı sıvazlayıp,
“Aman” dedim, “yeni saçlarım çıkıyor galiba?” Andropozuma bir şifa mı bulduk ki
nedir? Sonra sakinleşip dedim ki aklını başına al, o kadar da değil,
gerçekçi ol, meşhur Şile poyrazı bu. Sızmış kapı aralığından, pencere
pervazından. Daha sonra anladım ki şirazeden çıkmış, haylaz haşarı bir düşünce
parçasıymış bu meğer. Ay görmeyeli ne kadar uzun zaman olmuş böyle bir şeyi?
İhtiyarlık benimki tabii. Torun da yok henüz. O yüzden alışık değilim
böyle afacanlıklara. Yaramaz bir şey. Durduğu yerde durmuyor ki kafamın içinde.
Zıp zıp Meksika fasulyesi mübarek. Tanıyamadıydım ilk başta, sonradan emin
oldum. Gençken bir sürü olurdu bunlardan kafamda. Zar zor da olsa hatırladım.
Ama başka şeyler de hatırladığımdan, tabiidir ki hemen etrafa bir göz
attım. Başka farkına varan anlayan var mı diye. E yani düşünce bu, biri görür
mörür, işgüzarlık eder, bir yerlere bildirir, işin yoksa al başına belayı. Ne
düşündün, niye düşündün, kaç kişiydiniz, yalnız başına mı düşündün, ne zaman
eyleme geçeceksiniz? Anlat anlatabilirsen…
Çocukken
kümeste tavuklar hasta olduğunda önce düşünmeye başlarlardı da anam rahmetlik
babama seslenirdi, “Adaam adam, çilli sarı da düşünmeye başlamış, hemen kes de
mundar olmasın!” Babam rahmetlik de hemen bıçağı biler, vururdu düşünenin
boynuna. Oradan biliyorum ki düşünmek öyle tekin bir şey değil. Maazallah
vururlar kafanızı. Birisi kesmese bir de mundar olmak var ki düşman başına.
Düşün düşün, eee kesen de yok mundar olur gidersin çok düşünürsen. Sonra bir
sabah küüt düşersin tünekten, haydi bakalım doğru kireçli çukura. O zamanlar
anladım ki düşünsen bile düşündüğünü asla belli etmeyeceksin.
Ama en
garantilisi hiç düşünmemek ki uzun zamandır bunu başarmış durumda idim.
Bakıyordum düşünceler belli belirsiz kıpraşıyor, hoop açıyordum televizyonu,
kim kimi nerede nasıl kovalamış, dizilerde neyi nasıl yapıyorlar, filmlerde bir
aksiyon, bir aşk bir meşk. Oooh vallahi o düşünce bulanıklığı kaybolup her şey
berraklaşıveriyordu. Yoksa, aman diyorum, televizyon mu yok? Ne olmuş ki yoksa,
panik yapmaya gerek yok, hemen açıyordum akıllı telefonumu, iki dürtüyordum
bizim Kâmil’i, “Gördün mü diyordum herkes tatile nereye gidiyor?” Hemen
ardından Ayten’e bir layk. Ardından olmadı kristıl daymınd ve engri börd diye
oyunlar var, Ali-Cengiz oyunu mübarekler. Hele engri börde daldım mı vakit
nasıl geçiyor anlamıyordum bile. Bir aksiyon geliyordu hayatıma, inanılmaz. Bir
bakmışsın uçuyorum, bir bakmışsın kaçıyorum, telgrafın tellerinde kuşlarla
birlikte. Nedir işte canım, çok görmemek lazım, böyle böyle anlıyordum hayatın
gerçeklerini.
Biliyorum ben
de, çok çalışmak lazım, para lazım, fırsatları hemen değerlendirmek lazım, para
lazım, yemek lazım, para lazım, içmek lazım, para lazım, uçmak lazım, para
lazım, kaçmak lazım, para lazım. Bu dünyaya bir daha gelmeyeceğiz her bir şeyi
şeytmek lazım. Bir kişisel gelişim arayışı içine giriyordum ki sormayın. Karım
“Aferin!” diyordu, “Daha çok çalış e mi? Herkesin kocası mesaiye kalıyor,
paraya para demiyorlar.” “Ama?” diyordum “Diğer arkadaşlar da var? Mehmet’in
oğlu oldu yeni, paraya ihtiyacı var.” “Boş ver diğerlerini onlardan bir
cacık olmaz zaten!” diyordu bana. “Bize mi sordu?” diyordu “Çocuk
yaparken.” “Müdür ol!” diyordu, “Baş müdür ol!” diyordu, “Genel müdür ol!”
diyordu. “Bak Düriye hanımlar araba almışlar bizim neyimiz eksik ki?”
diyordu. “Halbuki genel müdür olsan biz daha iyisini alırız.”
diyordu. “Hem bak İngilizcen de var, Fransızca da biliyorsun. Senden
iyisini mi bulacak patron?” diyordu. Ben de “Haklısın karıcığım.” diyordum.
Açıyordum 65 inçlik 4 K Ultra HD televizyonu sonra “Ooh be!” diyordum
şöyle bizim de bir yüzme havuzumuz olsa? Bir de şöyle 8-10 metrelik bir tekne.
Böyle böyle belgeseller izleyip kişisel gelişimimin gelişip kabardığını hissediyordum
ve işte o belli belirsiz düşünceler de bir sis bulutu gibi
dağılıveriyordu eskiden hemen.
O yüzden
kafamın içine ne zaman girdiğini anlayamadığım zıp zıp zıplayan bu düşünceyi
belli etmemek adına, hemen o yeniçerilerin keçe külahı gibi bereler var ya,
hani kocaman, ucu üçlü metal ponponlu, hani yarısını giyiyorsun da diğer
yarısını kafanın istediğin tarafına yatırıyorsun? Hah işte onlardan bir
tane edinmiştim zaten, hemen geçirdim başıma, kapattım kulaklarımı filan. Zaten
nezleyim, burnum tıkalı. Oralardan dışarı çıkması mümkün değil şu yolunu kaybetmiş
şaşkın ve taze ve salak düşüncenin. Zaten o da öyle kaçıp gitme taraflısı
değil, meydanı boş bulmuş dört dönüyor kafamın içinde. Nereden çıktın sen behey
aptal şey? Hey Allah’ım akşama da bölük pörçük cinayetler dizisi
var. Bir rahat vermedi kafamın içinde zıp zıp. Ne yapacağım şimdi ben? Eh neyse
artık, başa gelen çekilir. Dikkat etmezsen işte bir düşünce hoplar girer
kafana. Neyse bundan sonra dikkatli olayım bari de çünkü selamet belli ki ağzımı
sıkı sıkıya kapalı tutmakta. Bunu da atlatacağız elbet. Neler atlatmadık ki biz
bu hayatta? Onu da beceririm herhalde.
Bir
müddet sonra dedim ki kendi kendime yahu neyin nesiymiş bu düşünce böyle yolunu
kaybetmiş de beni mi bulmuş? Aman aman aman! Dağlara taşlara! Yoksa başka
birinin düşüncesi mi acaba diye de tereddüt ettim. Olur a? Kaçırmıştır başka
bir adam düşüncesini belki de onu arıyordur? Kazara yakalansam ne diyeceğim?
İşte efendim, bu aslında benim düşüncem değil de, öyle geçiyormuş gözüm,
kulağım açıkta olunca tabii küt içeri gir sen? Vallahi tanımıyorum benim değil
bu düşünce desen ne fayda? Barkod mu var üzerinde? Kimseyi inandıramazsın. Sağı
solu kolaçan edip bir de yakından bakınca hemen anladım ki bu düşünce
kesinlikle benim düşüncem. Dağınık, saçma sapan, olur olmaz her bir şeye
karışan bir düşünce. Hemen tanıdım. Dedim ki benden başkası düşünmüş olamaz bu
düşünceyi. Geçen de bir kitap okumuştum merak edip kapaktaki resimden,
oradan kaptım kesin bu virüsü! Okurken aklıma da gelmedi değil? Hay
Allah’ım nereden elime geçti de okudum bilmem ki?
İşin yoksa şimdi boğuş dur düşüncelerle. Kafadan atana kadar yıllar geçer ben
biliyorum. Gençken bir şey düşünmüştüm de ikinci çocuk doğup yeni araba derdine
düşünce zar zor kafamdan atabilmiştim. Sonra şöyle bir baktım kafamdaki
düşünceye ne düşünüyor bu diye. Şeyi düşünmüş, yani fakirler fakirmiş de niye
fakirmiş; yok niye yeteri kadar eğitim almıyorlarmış çocuklar; bu Müslümanlar
bu dünya işlerine niye bu kadar düşmüşlermiş; bütün dünyada bu ABD ve AB niye
hep Müslümanları öldürüyormuş; İsrail kendileri de soykırım mağduru oldukları
halde Filistinlilere neden soykırıma varan uygulamalarda bulunuyormuş; niye
mezhebi farklı diye Suriye’de çoluk çocuk, erkek kadın demeden herkesin ırzına geçiliyormuş;
yok Doğu Guta’da niye milyon dolarlık uçaklardan atılan misket bombaları ile
katlediliyormuş kız kızan, ihtiyarlar, kadınlar; elmayı nasıl oluyormuş da
tanımıyormuş Doğu Guta’dan kurtarılan çocuklar; Arakan’da güya barışsever
hümanist bilinen Budistler Müslümanları neden önce ırzına geçip sonra
katlediyormuş; Afganistan’da neden erkek çocuklara kadın elbisesi giydirip
oynatıyormuş ki bu Müslümanlar, üstelik kanlı işgal hâlâ sürerken; ay şu Güneydoğu’daki
Kürtlerin hakkını savunduğunu söyleyen Marksist alfabe örgütü hiç mi utanmaz
mıymış kapitalist ve boğazına kadar Müslüman kanına batmış ABD’nin kirli
işlerini yapmaya; yahu ne olacakmış bu memleketin hâli? Öffff…
Sonra aman dedim, sen dedim ne biçim şeyler düşünüyorsun behey salak düşünce.
Dur bakalım hele, sen daha bugünün yeni yetme bir düşüncesisin memleket
meselelerinden dünya meselelerine nereden geliverdin hemen? Ne
olacakmış ki memleketin dünyanın hâli? Ne oluyorsa o olacak, elinin körü
olacak! Sana ne ayol? Memleketin siyasileri var, partileri var, bürokratları
var, dünyanın bir sürü uluslararası iş birliği örgütleri var, NATO var, CENTO
var, Şangay Beşlisi var, Birleşmiş Milletler var yahu! Hem sen bilmez misin ki
düşünen beyinlere acayip fikirler üşüşür, büyüklerimiz her şeyi bizden daha iyi
düşünür? Burda işte bir duraklar gibi de oldum. Yaşım altmış ya, aklıma
öylesine geliverdi de, eyvah dedim birkaç seneye benden daha büyük kimse
olmayacak galiba? Birilerinin büyüğü olmaya hiç niyetim yokken üstüne üstlük.
Daha da
bir şey dememe kalmadı, pencereden kocaman, ağır ve damperli neredeyse 50
tonluk bir kamyonun virajı alırken kenarda duran arabaları kasasından taşıp
saçılan çamurla yoğun bir şekilde çamura bulayıverdiğine hatta bazısını gömdüğüne
şahit oldum. Bir heyecan bir aksiyon bir çamur banyosu! Trafik durdu
herkes dışarı fırladı. Milletin yüzü gözü çamur oldu, bir yandan da kamyonun
ardından bağırıp çağırıyorlar belli. Sesleri duyulmuyor gerçi, ama bir heyecan
bir aksiyon. Bu işte pandomim! Kopunca da böyle kopuyor demek! Güvenli
çift kat emniyet camının ardından baktım baktım da oh be alevlenip canımı yakan
düşünceler kayboluverdi aklımdan. Bir an kazaya sevindim zannettim utanır gibi
oldumsa da sonra anladım ki o düşünceler o hay ve hu’da yürüyüp gidivermiş
kafamdan. Bende bir ferahlık, bir rahatlık, bir güzellik hasıl oldu. Meğer buna
seviniyormuşum. Üzerimden tonlarca yük kalkıverdi sanki.
Sonra arabaların üzerine kaldırıma saçılan çamura uzaktan uzaktan dalmış bakıyordum
ki, hay aksi şeytan, başka bir düşünce musallat oluvermesin mi kafama?
Kendi kendime kimsenin etkisi altında kalmadan düşünüp, acaba dedim, düşünce,
düşünce çamura sakıt olur mu kadr-u kıymetten?
Lütfen Yorum Yapmayı Unutmayınız!
Haldun Lengerlioğlu
10 Nisan 2018 Ataşehir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder